Çocukların gelişiminde sadece birkaç alan bize onların sosyal ve duygusal gelişimlerinden daha fazla soru getirir. Belki de bu, insan gelişiminin son derece karmaşık, hassasiyetle dolu bir alanı olduğunu bildiğimiz veya yaşam yolculuğundaki merkezi yerinin de farkında olduğumuz içindir.
Sosyal benliğimizi hayatın her durumuna taşırız, çağdaş psikolog ve araştırmacı Daniel Goleman’ın da belirttiği gibi, sosyal kapasitemiz hayatımızdaki başarı ve memnuniyeti belirlemede bilişsel kapasitemizden çok daha ağır basar. Sosyal kapasitemiz dünyanın en karmaşık problemlerine değinirken aynı zamanda insanlığın geleceğine katkıda bulunmamızı sağlayan alandır. Ruhsal güçlerimiz – düşünme, hissetme ve isteme- bu alanda kesişir ve potansiyellerini ortaya çıkarmak denge ve içsel gelişim gerektirir.
Fakat bu kapasiteler nerede başlar? Bebeklikten sosyal kapasitemizin olgunluğuna uzanan bu uzun yolculuk sosyal kapasitemizin ruhsal umut ve niyetlerimizle uyumlu bir giysi giymesini sağlar. Bu da dünyayı en iyi benlik hâllerimizle karşılayarak günlük yaşamda yürümemize olanak verir.
Hem ebeveynler hem de öğretmenler olarak, çocuklarımızın sosyal kapasiteleri etrafında toplumsal beklentilerle çevriliyiz. Çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılayan yaşlarına uygun rehberliği sağlayarak onları yaşadıkları dünyaya nasıl hazırlarız? Bizi olgun bir insan yapan cömertlik ve şefkat erdemlerini nasıl geliştiririz? Hem çatışmalı hem de çatışmadan kaçınan dünyamızda çatışmayı sağlıklı bir şekilde nasıl karşılarız?
Farklı bakış açılarına göre bunların yalnızca zamanla ortaya çıkan süreçler olduğunu kabul edebiliriz. Sahip olduğumuz beklentiler ve erken dönemde çocuklara yaklaşımımız, büyük ölçüde onların gelişim evrelerine bağlıdır. İki yaşındaki bir çocuk için uygun beklentiler, dört yaşındaki bir çocuğunkinden ve yetişkinler olarak bizim için olanlardan büyük ölçüde farklı olacaktır. Çocukların belirgin olmayan gelişim aşamalarının giderek daha fazla farkına vardıkça ve gözlem kapasitemizi geliştirdikçe, onları daha başarılı bir şekilde destekleyebiliriz.
Erken çocukluk döneminde çocukları sosyal hayata yönlendirirken, onlar için güvenli ve ritmik bir ortam oluşturmamızı sağlayan üç unsur vardır. Birincisi, küçük çocukların öğreniminin altında yatan ve yol gösterici ilke olan taklittir. Taklit, her şeyden önce, çocukların tüm yaşamları boyunca onları destekleyecek erdemleri öğrenmelerinin bir yolu olarak öne çıkar: saygı ve minnettarlık. Umudumuz ve görevimiz, onlara, bizlerin saygı ve minnet gösteren örnekler olması aracılığıyla, hayatları boyunca bu iki erdemle aktif bir şekilde yaşamalarını sağlayacak duyguyu iradelerine kazandırmaktır. Çocuğun ruhsal özgürlüğünün bu alanına saygı göstererek, tüm yaşamı için bir hediye sunarız.
Şefkat kapasitesi, gerçek bir empati ile başka bir insanın acısına girebilme kapasitesi ifade eder. Rudolf Steiner son derece evrimleşmiş olan bu kapasitenin ancak çok uzak bir gelecekte tamamen gelişmiş olabileceğini belirtir. Küçük bir çocukta bunun en hassas başlangıcı, çocuğun benliğinin bir yuva bulmasında görülür. Kendinden “ben” olarak bahsetmeye başlarken, kendi biyografisi ve hayat hikayesiyle farklı bir birey olmaya başlar… Elbette, şefkatin gözünden diğerlerini görmeden önce ilk olarak kendimizi tanımayı öğreniriz. Bebeklerde bile, diğer çocuk ağladığında veya duygularını yüz ifadeleriyle ifade ettiğinde bir miktar empati görebiliriz. Ancak bunların öğrenilmiş mi yoksa doğuştan gelen yetenekler mi olduğunu bilmek zordur. Küçük çocuklar için uygun beklentiler geliştirirken bunun dış dünyanın çağırabileceği bir kapasite mi yoksa bilinçli bir öğreti veya beklenti içinde erkene çekmek istemediğimiz, çocuğun yaşamında ancak daha sonra elde edebileceği, özünden doğmakta olan bir kapasitenin küçücük bir kıvılcımı mı olduğunu düşünmek önemlidir. Bunun bir örneği, çocuktan yaptığı ve başka birini incitmiş olabilecek bir şey için üzgün olduğunu ifade etmesini istemek olabilir. Hemen hemen beş yaşında ve bazen daha büyük olan çocuklar rahatsızlığın aslında kendi hareketlerinden kaynaklandığının farkında bile olmayabilir. Sebep ve sonuç farkındalığı erken gelişen beceriler değildir!
Yetişkinler olarak yapabileceğimiz şey, çocuğun daha sonra kendiliğinden vermesini umduğumuz tepkiyi modellemektir. Çocuğun henüz kendiliğinden sunamayacağı iyileştirici jestler sunarak şefkatin canlı bir örneği olmak için tekrar tekrar çabalayabiliriz.
İlk yedi yıldaki çocuklarla yaptığımız çalışmanın temeli, bu anlayışa sağlam bir şekilde yerleşmeyi amaçlamaktadır. Bu erdemleri öğretemeyiz ya da sosyal görgü kurallarıyla minnettarlık geliştiremeyiz. Görgü kuralları kültürel olarak belirlenir ve dünya çapında büyük ölçüde değişir, örneğin kişinin elleriyle yemesinin beklendiği kültürlerle, bunun nihai görgü kurallarının ihlali olduğu kültürler arasındaki yemek alışkanlıkları farkını düşünün. Kültürel olarak belirlenmiş bu alışkanlıklar, ruhsal ve evrensel olarak kök salmış erdemlerle çelişir. Kültürel olarak belirlenmiş sosyal kapasiteler de, çocuğun yaşamına yetişkinleri taklit yoluyla girer ve daha sonra çocuğun bunların gelişebileceği ya da tamamen değişebileceği ortamları fark edecek duyarlılığı geliştirebilmesini umarız. Saygı, minnet ve merhamet sonsuza dek evrensel kalır.